Dolar 32,5005
BİST 9.568,91
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara 21 °C
Az Bulutlu

Mimar Sinan’ın kullandığı dahiyane teknikler nelerdir?

500 yıl önce bir mimarbaşı olan Mimar Sinan’ın çağının çok ötesinde bir dizi teknik kullanarak yaptığı muhteşem eserlerindeki gizli teknikler nelerdi?

Mimar Sinan’ın kullandığı dahiyane teknikler nelerdir?
📢 Üye olmadan dosya (gold içerikler hariç) indirebileceğinizi biliyor musunuz? Youtube sayfamıza abone olduktan sonra istediğiniz içeriğe yorum yazabilir veya bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Mimar Sinan; 500 yıl önce bir mimarbaşı olarak, çağının çok ötesinde bir dizi farklı teknik kullanarak görkemli mimariler inşa etti. Depreme karşı geliştirdiği antisismik tasarım, formülü gizemli bir harç ve bilinmeyen veya hesaplaması son derece meşakatli bir matematik işlemi sonucunda çağının tüm yapılarından daha yüksek minareler, hiçbir taşıyıcı sütünu bulunmayan dünyanın en büyük kubbesi ve ses hızını dört kat oranın da yavaşlatan akustik tasarım. Tüm bu farklı tekniklerin gerçek izahı ne? İşte cevabı yazımızda.

Mimar Sinan, yaşadığı dönem olan 16. yüzyılın Osmanlı İmparatorluğu’nda yaklaşık 9 milyon kilometrekarelik bir coğrafyada 400’e yakın her biri farklı özellik ve farklı güzellikte eser inşa etti. Tüm bu eserlerini 50 yaşından sonra yapmayı başardı ve bir asıra dayanan ömründe Osmanlı mimarisini zirvenin doruklarına tek başına taşıdı. Mimar Sinan tek bir inşaatında bile 164 cilt defter tutup tüm ayrıntıları detaylarıyla not etti. Ancak kullandığı hiçbir inşaat tekniğini ve detayını açıklamadı. Ömrünü adadığı şaheserleriyle birlikte beş asırdır teknolojinin tüm nimetlerine rağmen bir türlü açıklanamayan bir çok mühendislik gizemini de arkasında bıraktı.

Aşağı yukarı kariyerinin her yılında sekiz farklı inşaat projesini bizatihi yönetti. Ancak bu yetenekli ve çağının çok ötesinde olan mimar başını sıra dışı kılan yönü, inşa ettiği yapıtların sayısı değil, kullandığı kendine has gizemli teknikleriydi. Gizli formüller, bilinmeyen işlemler açıklanamayan uygulamalar ve asırlar sonra icat edilen bir dizi inşaat tekniği. Tüm bunlar birer şehir efsanesi mi, yoksa gerçeğin ta kendisi mi? Mimar Sinan’ın gizemli mühendisliği hangi sırları bünyesinde saklıyor?

İşte tüm bu cevap bekleyen soruların cevabı Mimar Sinan’ın yeteneklerinin zirve noktası olan Süleymaniye Cami’nde saklı.

Süleymaniye Cami-İstanbul

Mühendislik fakültelerinde sağlamlığa dair öğretilen ilk öğreti doğru zemin ve doğru temeldir. Süleymaniye Cami ve külliyesi sahip olduğu devasa boyutlarına rağmen yapılışının üzerinden geçen 500 koca yıl ve geçen 5 asırda 15’i 5.5 şiddetinden daha büyük olan 89 depremden hiç hasar görmeden çıktı ve sadece 4 kez restore edildi.

Bugün modern mimaride her binanın bir kullanım ve ekonomik ömrü vardır ve aşağı yukarı bu süre 100-150 yıl arasında değişkenlik gösterir. Bunun manası, 150 yıldan sonra bir binanın sağlamlığı hakkında garanti verilememesidir. Ancak Mimar Sinan, Kanunî Sultan Süleyman’a sonsuza kadar ayakta kalmayı başaracak bir cami vadetti, üstelik depremleriyle nam salmış bir şehirde.

Süleymaniye Cami’nin Yapılışı ve Sırları

1549 yılında inşaatına başlanılan camide, Mimar Sinan ilk iş olarak 150 metreye 70 metre ebadında, 6 metre derinliğinde kocaman bir temel çukuru kazdırdı. Sadece 100.000 tondan fazla toprağın hafriyatı ve geçici iskan duvarlarının kurulması 1,5 yıla yakın sürdü.

Süleymaniye Camiinin bulunduğu zemininin en üst seviyesinde 5-6 metre kalınlığında kumlu toprak tabakası, hemen altında yüzeye yaklaşan grovak kayalıklar bulunmaktaydı.

Mimar Sinan’ın caminin yapıldığı bu alanı seçmesindeki temel amacı, o tarihlerdeki İstanbul hudutları içinde caminin her yerden görülebilir olması ve grovak kayalıkların yüzeye çok yakın bir konumda bulunmasıydı.

Koca Sinan lakabıyla da bilinen Mimar Sinan ilk iş olarak yüzeydeki toprak tabakasını kaldırdı ve kayalara yaklaştı. Daha sonra takriben 30.000’e yakın kazık çaktırarak bu kazıkların üzerine tonlarca ağırlıkta bloklar koydurdu ve iki yılı aşan bir süre herhangi bir işlem yapmadan bekledi. Böylece zeminin daha iyi sıkışmasını ve üzerine binecek yükü rahatça taşır hale gelmesini sağladı.

450 Yıl Sonra Burj Al Arab’ın Temelinde de Aynı Teknik Kullanıldı

Burj Al Arab’ın Temelinde 230 Adet Devasa Beton Kazık Kullanıldı

Süleymaniye Camisinin temelinde kullanılan bu mühendislik harikası kazık tekniği, dünyanın ilk 7 yıldızlı oteli olan Burj al-Arab’ın temelinde kullanıldı.

321 metre yüksekliğe sahip bu devasa bina, Dubai’nin yumuşak kumlu çöl zeminine temelinde bulunan 230 adet devasa beton kazık sayesinde dikildi. Mimar Sinan ise aynı kazık tekniği bundan yaklaşık 450 yıl önce kullandı. Süleymaniye caminin temeline dev kazıklar çaktırıp kayalar kullanarak tam iki yıl boyunca toprağa metrekare başına 10 ila 15 tonluk bir basınç uygulattı. Bu basınç miktarı, inşa edeceği caminin zeminine uygulayacağı basıncın tamı tamına iki katıdır.

Uzunca bir süre süren hatta ve hatta dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman Han’ın bile tepkisini çeken bu zemin hazırlığı, Koca Sinan’ın planının ilk evresiydi. Hatta bu ilk aşama o dönemler için bile oldukça uzun sayılacak bir süreye tekabül ettiğinden halk arasında inşaatın geciktiğine dair dedikoduların çıkmasına bile neden olmuştu. Lakin Mimar Sinan kendinden çok emindi. Ne yaptığını ve neyi hedeflediğini gayet iyi biliyordu.

21 Eylül 1552 Süleymaniye Cami’nin Temeli Atılmaya Başlandı

Hatır-ı sayılır bir bekleyişin ardından Mimar Sinan 21 Eylül 1552 tarihinde Süleymaniye Camisi’nin temelini atmaya başladı. İlk iş olarak zemini 20 cm’lik bir harç tabakasıyla kapladı ve üzerine ahşap ızgaralar dizdi. Tüm bu işlemlerin ardından bunların üzerine kesme taş ve kayalardan oluşan kalın bir zemin duvarı ördü. Temel katlarını belirli oranlarda kademeli olarak daralttı ve piramit şeklinde inşa etmeye başladı. Bu basamaklı temel uygulaması, herhangi bir sallantı durumunda binaya hacıyatmaz gibi davranma yeteneği veriyordu. Böylece yapı, olası irili ufaklı depremlere karşı ilk direncini taa temelden gösteriyordu.

Binanın Temelinde Karşılaşılan İkinci Sorun ve Dahiyane Çözüm

Binanın temelinde çözülmesi gereken ikinci bir büyük sorun vardı: O sorunda; korozyon yağmur ve yer altı sularının binanın temelini çürütme olasılığıydı.

Binanın temelinin tek başına güçlü olması binanın ayakta kalması için yeterli değildi. Temelin kuru kalması da en az güçlü olması kadar önemliydi. Mimar Sinan’ın bu büyük soruna da dahiyane bir çözümü vardı. Binanın, zemin suyundan izolasyonunu sağlamak için, suların öncelikle havalandırma kanallarına toplanmasını sağladı ve buradan suların Haliç’e tahliye edilmesini başardı.

Süleymaniye Camisinin bulunduğu yerden 370 metre mesafedeki Haliç’e uzanan bu drenaj hattı, aradan geçen onca yıla rağmen bile binanın temelinin kuru kalmasını sağlıyor. Süleymaniye’nin çevresinde yerleri hala tam olarak keşfedilmeyen çok sayıda hava kanalıyla bu kanallar besleniyor ve Ayrıca bu sayede iklimlendirmede sağlanıyor. İşte tam bu noktada hepimizin akılna tek bir soru geliyor “Peki yapının altında yer alan ve temel altı pek çok sorunun da çözümü olan bu çok sayıdaki boşluk, temeli zayıflatmış olmuyor mu?” Tam tersine, temele ulaşacak suların önünü kestiği için taşıyıcı sistemi daha güçlü kılacak bir yapıya dönüştürüyor. 

Binanın Sağlamlığını Arttıran Baş Aktörlerden Biri de Kendi Karışımı Olan Özel Harc

Horasan Harcı

Süleymaniye Camisinin sağlamlığını arttıran ana unsurlardan biri de Klasik Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde yapıların temel dolgu malzemesi olarak tercih edilen Horasan harcıdır. Bu, taa Antik Mısır piramitlerinden beri kullanılmakta olan son derece farklı ve özel bir karışımdır. Bu harcın en önemli özelliği ise baskı altında sertleşip, sallantı anında esnemesidir. Mimar Sinan da Süleymaniye’de Horasan harcını tercih etti ancak içeriğini değiştirerek.

Mimar Sinan Horasan Harcının İçine Ne Katarak Daha Sağlam Hale Getirdi?

Klasik Horasan harcının içerisinde kil ve kum karışımından elde edilen “agrega” yer alır ve yapıya sertliğini veren de budur. Kireç ve su ise dolgu malzemesi olarak kullanılır. Karbonlaştırmayı çabuklaştırmak ve elastikiyet kazandırmak içinse organik bileşenler kullanılır. Bunlar o günün koşullarında bulunması daha kolay olan peynir, süt, pamuk ve yumurta akıdır.

Mimar Sinan ise Horasan harcına ilave olarak geliştirdiği kendi harcında, protein oranı daha fazla olan devekuşu yumurtasının akını kullanmayı tercih etti. Mimar Sinan o dönem Roma betonu (opus caementicium) olarak bilinen ve volkan tüfünden yapılan Batı Dünyasının sıkça tercih ettiği bir harcı da biliyordu. Bu harcın içerisinde yer alan kükürtün oranı fazla olduğu için tutunumu da daha fazlaydı. Fakat volkan tüfü, Anadolu’da kolaylıkla bulunan ve temini kolay bir malzeme değildi.

İşte tam bu noktada Mimar Sinan’ın dehası devreye girdi ve dahiyane bir çözüm geliştirdi. Mimarbaşı Horasan harcına soğan ekledi. Yani kükürt sorununa karşı doğal kükürt bileşeni! İşte bu özel karışım ve dahiyane çözüm sayesinde klasik Horasan harcından neredeyse iki kat dayanıklı özel bir harç elde etti.

Mimar Sinan Opus Caementicium Olarak Bilinen Roma Betonu İle İlk Kez Kayseri’de Tanıştı

Mimar Sinan, opus caementicium olarak da bilinen Roma betonu harcıyla ilk kez büyük ihtimalle çocukluğunun da geçtiği Kayseri’de tanıştı. Mimar Sinan’ın çocukluğunun geçtiği ev Gesi’de bulunan Belağası Yer Altı şehrinin oldukça yakınındaydı. Muhtemelen çocukken bu mağarada Romalılardan kalan duvar örgülerini görme şansı oldu. Zaman içerisinde burada gördüklerini de unutmayarak Horasan harcı ve Roma betonu karışımı yeni bir tür üretti, Bu yeni tür daha sağlam ve daha  esnek bir dolgu.

Mimar Sinan aslında gizemli bir harç yapmadı, bir sentez bir karışım yaptı. Mimar Sinan için, harcın içine konulan malzemelerin isimleri değil bileşenleri önemliydi. Yani o, isimlere hiç takılmadı peynir ve yumurta akını değil bunların içerisinde gizli olan proteinin farkındaydı; soğanın kendisinin değil, içerisinde gizli olan kükürtün öneminin farkındaydı. Tüm bunlar mimarın sahip olduğu derin kimya bilgisinin neticesiydi.

24 Kasım 1553 İnşaatın İkinci Aşamasına Geçildi Süleymaniye’nin En Önemli Parçaları Olan Fil Ayakları Yerleştiriliyor

Dünyanın farklı yerlerinden caminin inşaatı için 4 adet devasa mermer sütun getirildi. Bu sütunların her biri 9 metre uzunluğa ve 30 ton ağırlığa sahipti. Etkileyici yapının omurgasını bu sütunlar oluşturuyordu. Her biri 9 metre uzunluğa sahip olan devasa sütunlar temelde kubbeyi taşısa da sütunların asıl vazifesi yapıyı bir arada yekpare şekilde tutmaktı. Bu büyük sütunlar vasıtasıyla bina yükünün yarıya yakın kısmı temele aktarılıyor. Her bir fil ayağı yaklaşık 8000 ton taşıma kapasitesine sahipti.

Yükün Diğer Yarısı Duvarlara Taşıtıldı

Süleymaniye’nin Cami’nin dört sütununun etrafında bulunan dış duvarlar 1 metre kalınlığında ve 20 metre yüksekliğinde idi. Binanın toplam ağırlığının yarısından fazlası olan 36.000 tonluk yük bu duvarların üzerine biniyor ve bu duvarlara taşıtılıyordu. Duvarlar kendi yükleriyle birlikte tepesindeki ana kubbenin ağırlığını da taşıyordu.

Süleymaniye inşa edilirken Mimar Sinan dünyanın o tarihe kadarki en büyük camisinin mimarı olduğunu ve en büyük camisini yaptığını çok iyi biliyordu. Çünkü kendisi bizatihi dönemin padişahına sağlamlığın yanı sıra büyüklüğü de vadetmişti. Süleymaniye tamamlandığı anda toplam da 68.000 ton ağırlığa ulaşacaktı. Bu ağırlık şu an dünyanın en önemli yapıtlarından kabul edilen Eyfel Kulesi’nin toplam ağırlığının 6 katından bile daha fazla bir ağırlığa tekabül ediyor.

Mimar Sinan Cami’de Mutlaka Doğru Statiği Kurmalıydı

Mimar Sinan, bu cami inşaatın da mutlaka doğru statiği kurmalıydı. Bunu yaparken de hiçbir metal konstrüksiyon kullanmadan on binlerce ton yapı malzemesini bir arada tutmayı başarmalı ve yapının yükünü sütun ve duvarlara doğru oranda dağıtmalıydı.

Doğru statik için uzunca bir süre düşündükten sonra öncelikle dört adet ana kolonu yaptı. Akabinde yedişer metre arkalarına ağırlık kuleleri yapıp bu ağırlık kulelerini ana kolonlara dikkatlice bağladı. Bu sayede ana kolonların yükünün belli bir miktarınıı ağırlık kulelerine dağıttı.

Yine büyük bir mühendislik başarısı olarak bir cephede toplamda 9.000 ton, diğer cephede de 9.000 ton, diğer iki kenardaki altışar tane düz payanda da 1.500’er ton olmak kaydıyla yine 9.000’er ton yük taşımayı başarmıştır. Dolayısıyla statik açıdan son derece dengeli ve uyumlu bir yapı elde etmiştir. İşte bu mucize sistem, teknik açıdan yorumlandığın da yığma inşaat sisteminden iskelet inşaat sistemine geçişin adıdır.

Sıra Cami’nin En Büyük Sınavına Gelmişti Yapının Çatısı Dev Kubbeyle Örtülecekti

Yığma inşaat sisteminden iskelet inşa sistemine geçiş 16. yüzyıl için bilimsel ve önemli bir atılım olsa da Süleymaniye’nin duvarları yükseldiğinde yapı henüz en büyük sınavını vermemişti. Sırada en büyük sınav vardı ve bu sınav da “Yapının çatısının dev kubbeyle örtülmesiydi.”

Çünkü bu Mimar Sinan’ın Süleymaniye için vadettiği büyüklük taahhüdünün son imtahanıydı. Bir kubbe inşa etmenin püf noktası, taşları herhangi bir destek olmadan eğimli bir şekilde boşluğa dizmek ve tepede kilit taşıyla kusursuz bir şekilde tutturmaktır. Romalılar bu metodu 2.000 yıl önce keşfetmiş ve volkan tüfünden dev kubbeler yapmayı başarmışlardı. Osmanlı mühendisliğinin tek gayesi ise bir caminin üzerini tek bir kubbeyle örtmekti. Ancak yapı ne kadar büyürse kubbe de o oranda büyüyecekti. Bu öyle bir zorluktu ki örnek vermek gerekirse 1396 yılında inşa edilen Bursa Ulu Camii’nin mimarları, dev caminin üzerini ancak 20 kubbeyle örtebilmişti.

Bursa Ulu Cami’nin Üzerinde 20 Kubbe Bulunur

Çünkü o günün teknolojik birikimi düşünüldüğünde bu büyüklükte bir cami için tek kubbe inşa edebilecek imkanlar yoktu. Lakin Mimar Sinan, Bursa Ulu Camii yi gördüğünde Ben olsam üzerini tek bir kubbeyle örtmeyi başarırdım” demişti ve tarih ona Osmanlı İmparatorluğu’nun o güne kadar ki en büyük kubbesini yapma fırsatı sunmuştu.

Koca Sinan, gençlik döneminde yeniçeri olması hasebiyle birçok seferde dünyanın en görkemli yapılarını yakından görme şansını elde etmişti. Neredeyse 50 yaşına kadar dünyanın farklı farlı bölgelerinde bulunan antik yapıları en ince ayrıntılarına kadar inceledi, yapımları hakkında notlar aldı ve Romalıların dev kubbeler inşa etmesinin ardındaki sırra da vakıf oldu.

Mimar Sinan’ın Planı 976 Ton Ağırlığa Sahip Kubbenin Yükünü Dört Köşeli Bir Kasnakla Dört Adet Sütüna Eşit Olarak Dağıtmaktı

 

Mimar Sinan’ın zihni cami yapım süresi boyunca oldukça keskin bir şekilde çalışmaktaydı. Mühendislik harikası çözümler geliştiriyordu. Bunlardan bir tanesi de kubbeyi kuzey-güney hattından 32 adet payandayla sıkıştıracak ve böylece kubbe ağırlığı kolaylıkla yön değiştirip daha geniş bir yüzeye dağılmış olacaktı. Kubbenin yükü doğu-batı hattında iki yarım kubbeye eşit olarak dağıtılacak ve tıpkı Hristiyanlığın en önemli eserlerinden biri olan Ayasofya’daki gibi bu yarım kubbeler binanın iç alanını %50 daha artıracaktı.

Çift Çeper Sistemi Adıyla Bilinen Bu Tekniği Daha Önce Şehzade Camisinde Uygulamıştı

Şehzae Cami-İstanbul

Kanuni Sultan Süleyman Han’ın çok büyük sevgi beslediği bilinen ancak 22 yaşında ölen oğlu Şehzade Mehmet için yaptırdığı ve 1548 yılında açılan Şehzade Cami, Sinan’ın İstanbul’da yaptığı 100 eserden ilkiydi ve “Şaheser Üçlemesi”nin de birinci parçasıydı. Sinan bu camide 18,5 metre çapındaki kubbeyi dört yarım kubbe üzerine oturtmayı başardı ve böylece Rönesans döneminin mimarlarının en büyük hayalini gerçekleştirmiş oldu. Yani kubbeyi tamamen çift çeper sistemiyle inşa etmeyi başarmış oldu.

Sinan’ın burada elde ettiği başarı aslında bir milattı. Kendisi bu başarısıyla yetinmek yerine Süleymaniye’de bunun tamı tamına iki katı büyüklüğünde bir kubbe inşa etti. Süleymaniye’nin ilk iş olarak yarım kubbeleri inşa edildi. Yarım kubbeler tamamlanır tamamlanmaz ana kubbenin inşasına hızla başlandı. Ana kubbe büyük gayretlerle ahşap iskeletin üzerine tuğla örgüyle inşa edildi ve üzeri kurşunla kaplandı.

Tüm bu mühendislik hesaplamaları yapabilmek için 4 işlemin yanı sıra 5. bir işlemi yaptığı rivayet edilir. Bunun yanı sıra şu an bile insan aklının duyunca kabullenemeyeceği 13 bilinmeyenli bir denklemi de çözdüğü düşünülüyor. Peki ama gerçekten de Mimar Sinan matematikte 5. bir işlemi keşfetmiş veyahut geliştirmiş olabilir mi? Bu caminin sahip olduğu her biri mühendislik şaheseri olan kubbeleri 13 bilinmeyenli bir denklemi çözerek mi inşa edebildi?

Tüm Bu Soruların Cevabı Ustalık Eserim Diye Adlandırdığı ve 85 Yaşında Tamamladığı Selimiye Cami’nde mi Saklı?

Selimiye Cami-Edirne

Edirne’de bulunan ve Mimar Sinan’ın ustalık eserim diyerek 1574’te tamamladığı bu camii, Süleymaniye’den hacimsel olarak daha küçüktür. Ancak mimari anlamda Selimiye Camisi bir zirvedir. Kubbesi inşa edildiğinde dünyanın en büyüğü ünvanını elde etti. Hatta ve hatta Sanayi Devrimi’ne kadar da bu ünvanını kimseye kaptırmadı. Ancak Selimiye’nin esas farklı özelliği, Selimiye’de kubbeyi ve camiyi ayakta tutan hiçbir fil ayağının kullanılmamış olmasıdır. Fil ayakları yerine yerine yalnızca sekiz adet ince sütun tercih edilmiştir.

Selimiye’nin kubbesi Süleymaniye’nin kubbesinden 3 metre daha büyük ve hemen hemen iki katı ağırlığındadır. Bu ağırlık ve büyüklük farkına rağmen Mimar Sinan bu dev kubbeyi 43 metre yükseklikte sekizgen bir kasnağa oturtup toplam ağırlığını 8 küçük sütun üzerine yüklemeyi başardı. Bunun teknik bir şekilde ifade etmek gerekirse daha az taşıyıcı güçle daha büyük bir kubbe inşa etmek demekti.

Süleymaniye’nin Muhteşem Statik Tasarımı 13 Bilinmeyenli Bir Denklemle mi Sağlandı?

13 bilinmeyenli denklemden kasıt aslında kubbeyi ayakta tutmak için gerekli olan 13 faktördü. Peki ama neydi bu faktörler

  • Kubbe ağırlığı,
  • Kubbe çapı,
  • Kubbe yüksekliği,
  • Kubbe elipsi,
  • Kasnak genişliği,
  • Pandantif genişliği,
  • Sütun sayısı,
  • Pencere sayısı,
  • Payanda sayısı,
  • Statik yük,
  • Dinamik yük,
  • Duvar kalınlığı,
  • Geometrik orta,

Bu durum aslında tıpkı bir tahterevallinin 13 adet kolunun olması gibidir. Önemli olan, bunlardan birine basınca diğerlerine ne olacağını veya nasıl tepki vereceğini hesaplayabilmekti. Başka bir şeklide açıklamak gerekirse kubbe yüksekliği iki birim artarsa kasnak genişliği bundan nasıl etkilenir ya da pencere sayısındaki artış ya da azalışın statik yüke etkisi ne olur?

Değişimler Ne Olursa Olsun Cevabı Denge Olmalıydı

Mimar Sinan tüm hesaplamaları en ince detayına kadar yapıp hesaplamıştı Ve her seferinde tek bir cevabı elde etmişti. Değişimler ne olursa olsun tek bir sonuç elde edilmeliydi: “Denge”

Mimar Sinan kubbe yapımı için gereken 13 bilinmeyeni ve aralarındaki ilişkiyi en ince ayrıntısına kadar doğru hesaplayarak kubbe statiğini sağladı. O dönem de Pi sayısı, altın oran ve karekök gibi birçok matematiksel işlem biliniyordu. Peki Mimar Sinan kubbeyi inşa etmek için bunların dışında hangi işleme gereksinim duydu? Aslında bu sorunun cevabı, kubbelerin inşasında o zamanki matematik bilgisiyle hangi parçanın tasarlanmasının mümkün olmadığında saklı.

Pandantifler

Pandantifler ana kubbenin yükünü taşıyıcı sütunlara indimek için kullanılan üçgen köşelerdir. Fakat bu üçgenin tüm kenarları görünüm olarak daireseldir ve kubbeyle aynı ilime sahiptir. Pandantifler bu sebepten ötürü iki boyutlu zeminde tasarlanamaz. Pandantfiler eğer Ayasofya’daki gibi deneme yanılma metoduyla inşa edilmiyorsa son derece zor ve sıra dışı bir hesaplamaya gereksinim vardır.

Peki ama bu hesaplama ne kadar zor ve sıra dışı olabilir ki? Bu soruya ancak iyi bir matematikçi cevap verebilir.

Yukarıdaki şekillerin yüzey alanlarını hesaplamak için o dönemde yapılacak bir matematiksel işlem yoktu ama günümüzde hesaplayacak işleme sahibiz. Bu İşlemin adı da “integral” Mühendislik fakültelerinin matematik derslerinde küçük parçaların bütünleştirilerek bir yüzeyinin hesabını yapmak için öğretilen işlem türüdür. Pandantif şekillerinin yüzey alanı hesabını yapmak için son derece elverişli bir metotdur.

Ancak Mimar Sinan’ın kullandığı 5. işlemin integral mi olduğu hala büyük bir sır. Hatta 5. bir işlem kullanıp kullanamdığını dahi bilmemiz mümkün değil. Çünkü tarihsel süreç olarak incelediğimizde integrale ulaşana kadar arada birçok işlem var. İntegral en yeni işlemlerden ve metodlardan birinin adı aslında. Bu durumda Mimar Sinan belki de kendi ebced cetveline göre farklı bir hesaplama modeli kullanmış olabilir.

Mimar Sinan AyaSofya’nın İhtişamına Hayrandı

Ayasofya-İstanbul

Kayseri’nin Agrianos (bugün Ağırnas olarak biliiyor) köyünde dünyaya gelen Sinan, 22 yaşında bir devşirme olarak İstanbul’a geldiğinde muhtemelen Ayasofya’nın güzelliğine hayran oldu.

Ayasofya’nın devasa kubbesininin nasıl havada durduğunu ve onu havada tutan şeyin ne olduğunu anladı. Ayasofya’nın mimarları olan Miletli İsidoros ve Trallesli Anthemios’un 1.000 yıl önce herhangi bir matematiksel işlem yapmadan deneme yanılma olarak geliştirdiği pandantifi o matematiksel olarak formüle etmeyi başardı.

Süleymaniye’nin Eşsiz Güzellikteki Kubbesi Tamamlandı.

16 Ağustos 1556 yılında tam 1 yıllık yorulmak nedir bilinmeyen çalışmaların ardından Süleymaniye’nin görkemli ve eşsiz güzellikteki kubbesi tamamlandı. Kubbe, Mimar Sinan’ın matematiksel olarak formüle etmeyi başardığı pandantiflerle dört sütunun üzerine hatasız bir şekilde oturdu.

Süleymaniye Camisi İnşaatında Son Düzlük Minareler!

Cami inşaatında artık son dönemece girilmiş ve aşılan onca zorluktan sonra geriye son bir kritik parça kalmıştı: Caminin muhteşem minareleri. Sanayi Devrimine kadar dünyada yapımı en zor olan mimari parçalar kulelerdi. Bunun nedeni ise çelik iskelet olmadan yığma taştan bir binayı ne kadar yükseltmek isterseniz tabanını da aynı oranda genişletmek zorunda olmanızdı.

Bu zorluğu bir örnekle açıklamak gerekirse 16. yüzyıla kadar dünyanın en büyük yapısı olarak kabul gören İngiltere’deki Lincoln Katedrali’nin kulesi 83 metre yüksekliğinde, 13 metre genişliğindeydi.

Lincoln Katedrali’nin kulesi 83 metre yüksekliğinde 13 metre genişliğindeydi

Bir minarenin güzelliği ve zerafeti olabildiğince yüksek ve ince olmasına bağlıydı. Mimar Sinan yapmakta olduğu İstanbul’daki en büyük camiye en yüksek minareleri yapmayı hayal ediyordu. İşte burada yine kritik bir ikileme düşülüyordu sağlamlıkla büyüklük arasındaki kritik ikileme.

Minarelerin önünde ciddi bir sorun vardı: Yalnızca 4,5 metre çapa sahip olan bu kuleler 75 metre yüksekliğe nasıl yükseltilecek ve yüzyıllarca yıkılmadan ayakta nasıl kalacaktı?

Minareler Süleymaniye’nin en zor ve en çok uğraştıran parçalarıydı. Özellikle Caminin doğu ve güney minarelerinin her biri 25 katlı binaya eş yükseklikteydi. Mimar Sinan’ın yapmayı başardığı bu minareler 462 yıl boyunca İstanbul’un en yüksek minareleri olarak sağlam kaldılar. Ancak sağlamlık tek başına ayakta kalmaya yetmez, çünkü temel bir öğreti olarak esnemeyen her şey kırılır. Bu yüzden minareler sağlam oldukları kadar esnek de olmak zorundaydılar.

Mimar Sinan’dan Minareler İçinde Çağının Çok Ötesinde Bir Çözüm

Mimar Sinan, minarelerdeki klasik taş örgüsünü bir adım daha öteye götürmeyi başarıp, taşların birleşen yüzey noktalarına delikler açıp buralara tel monte etti. Bu telleri kurşunla doldurarak sabitledi. İşte binaya elastikiyet kabiliyetini bu özgün tasarım kazandırdı. Yani günümüzde Japonya’da kullanılmakta olan elastik eklem teknolojisinin aynısı 500 yıl önce Mimar Sinan tarafından Süleymaniye’de kullanıldı.

Süleymaniye’nin 500 yıldan beri göğe yükselen minareleri hiçbir yapıda görülmeyecek bir esnekliğe ve elastikiyete sahip. Cami, deprem anındaki sarsıntı şokunu emme yeteneğine sahip hareketli eklemleri sayesinde 8 şiddetinde depreme bile dayanabilir. Yani 17 Ağustos Depremi’nde bile dim dik ayakta kalmayı başaran Süleymaniye bu depremden daha büyük sallantılarda dahi yıkılmaz. Süleymaniye’nin yumurta akıyla ilmek ilmek dikilmiş minareleri günümüz gökdelenleriyle rahat bir şekilde yarışır düzeyde.

Selimiye’de Daha Yüksek ve Daha İnce Minareler Yapmayı Başardı

Selimiye Camisinde Daha Yüksek ve Daha İnce Minareler Yapmayı Başardı

Mimar Sinan Süleymaniye de geliştirdiği sistemle inşa etmeyi başardığı sağlam ve elastik minarelerle yetinmeyecekti. Selimiye Camisinde çok daha yüksek ve çok daha ince minareler inşa etmeyi başararak yerçekimine meydan okumaya devam etti.

Mimar Sinan, Selimiye Camisi minarelerin içinde yine çağının çok ötesinde bir mühendislik dehası ortaya koydu. Sinan, 85 yaşında tamamlamayı başardığı Selimiye’de hayatının son şaheserini inşa ettiğinin farkındaydı. Bu nedenle kendi üst limitlerini sonuna kadar zorlamaya karar verdi. İşte bu kalem gibi ince minareler, yılların birikiminin, mimarinin en üst sınırlarına ulaşmış bir mühendisliğin eseriydi.

Edirne ilinin girişinden itibaren sizleri karşılayan Selimiye’nin minarelerinin her biri 85 metre yüksekliğinde ancak sadece 3,5 metre çapında idi. Yani bu iki rakam şunu anlatıyor, Mimar Sinan, Orta Çağ mimarisindeki 1’e 8 olan en-boy oranını 1’e 22 gibi hayal edilmesi bile zor olan bir limite çıkardı ve Sanayi Devrimi’ne kadar inşaat mühendisliğinde bu rakamın üzerine söz söylenemedi.

Selimiye’nin Minareleri İle Vida Arasındaki Benzerlik

Selimiye’nin camileri ile yivli vida arasında büyük bir benzerlik göze çarpıyor. Her ikisi de son derece basit bir prensibe sahip: işte bu prensipte şu; Bir koniyi saran ve birbirleriyle asla kesişmeyen sarmal sistemi olan “Helis eğrileri”. İşte tüm bu göstergeler Mimar Sinan’ın sadece integral değil ileri düzeyde uzay geometrisi de bildiğinin kanıtıdır. Mimar Sinan sahip olduğu bu çağının çok ötesindeki bilgi ve birikimiyle ve doğru açı tasarımıyla Selimiye’nin minarelerinde üçlü sarmal sistemi inşa etmeyi başardı.

Mimar Sinan Yapılarında Bulunan Terazi Taşlarının Görevi Neydi?

Terazi Taşları

Osmanlı mimarisinde cami köşelerine sıkça yerleştirilen bu terazi taşlarının dönmemesi demek, binanın onarıma ihtiyacı olduğunun ana göstergesiydi. Selimiye Camisinde de bu terazi taşını görmek mümkündür.

Mimar Sinan Tüm Zekasını Sadece Sağlamlık İçin Kullanmadı Bazı Kullanışlı Özelliklerde Geliştirmeyi Başardı

Mimar Sinan Süleymaniye Camisinde dahiyane yeteneğini ve üst düzey mühendislik bilgi ve birikimini sadece caminin sağlamlığı ve elastikiyeti için kullanmadı. Bu muhteşem camiye pek çok kullanışlı özellik kazandırmak için de kullandı. İşte bu yine çağının çok ötesinde olan muhteşem özellikler nelerdi?

  • Cami içerisindeki sesi 4 kat oranında yavaşlatmayı başararak imamın sesinin her yere eşit şekilde yayılmasını sağladı.
  • İçeride oluşan isin belli bölgelerde hassas bir şekilde toplanmasını sağlayarak dönemin en kaliteli mürekkebinin üretilmesini sağladı ve caminin içindeki eserler bu özel mürekkeplerle yazıldı.
  • Bazı noktalara hassas ölçümler neticesinde dikkatlice ve özenle yerleştirdiği 60 adet devekuşu yumurtası sayesinde haşerelerin içeriye girmesini ve cami cemaatini rahatsız etmesini engelledi.
  • Cami zemininde 20 cm’lik alanda hava akımını sıfıra yakın bir seviyeye indirdi ve cemaatin ayaklarını sıcak tutan bir hava sirkülasyonu oluşturdu.

Süleymaniye Camisi 1000’de 5 lik Sapmayla Altın Oranla İnşa Edildi

Caminin hemen her aşamasında Mimar Sinan’ın muhteşem çözümlerini ve mimari yeteneğini gözlemlemek mümkün Şu ana kadar anlattığımız tüm üst düzey çözümlemelere ek olarak; bu devasa yapı sadece 1000’de 5’lik bir sapmayla altın oranda tasarlandı.

Caminin cümle kapısından kıble duvarına kadar olan 121 metrelik mesafenin 75 metrelik minare yüksekliğine olan oranı 1.613’tür. Bu rakam matematik dünyasında altın oran olarak ifade edilen 1,618033988749894 rakamı düşünüldüğünde, estetik ve zekanın gerçek bir göstergesidir.

Süleymaniye Camisi İnşaatında 3500 İşçi ve Binlerce Forsa Çalıştı.

15 Ekim 1557 tarihinde yapımı tamamlanan ve İslam Dünyasının en büyük camisi olma ünvanına ve şerefine nail olan Süleymaniye’nin 7 yıllık uzun inşaatı süresince 3500 işçi ve binlerce forsa çalıştı. Bu eşsiz güzellikteki cami toplam 4 milyon iş saati emeğiyle yapıldı. Cami 3200 kilo altına, yani bugünkü karşılığıyla 1,5 milyar liraya mal oldu. Mimar Sinan, verdiği sözlerin tamamını tuttu ve dünyanın Muhteşem Süleyman adıyla tanıdığı Sultanına İstanbul’un kıyamete kadar ayakta kalacak en görkemli ibadetgahını sundu. Mimar Sinan 50 yıl boyunca gözlemlediklerini biriktirdiklerini 50 yıl süren mimarlık hayatı boyunca uyguladı.

Mimar Sinan’ın Dehası Öldükten Sonrada Sürdü

Tac Mahal-Hindistan

Mimar Sinan yaşadığı döneme damgasını vurmuş, eşsiz çözümler üretmeyi başarmış farklı kabiliyet ve meziyetlerde bir mimardı. Bu dahiyane mimarın yanında yetişen kalfası olan İsa Muhammed Efendi ve Mehmet İsmail Efendi, ondan öğrendiklerini dünyanın diğer bir ucuna taşıyarak bir dünya harikası inşa ettiler: Hindistan’ın Agra şehrinde bulunan Tac Mahal. Bu yapı içerisinde barındırıdığı pekçok teknik özellik ile Süleymaniye’nin bir kopyası niteliğindedir. Tac Mahal’in ana taşıyıcı sütunları ve payandaları, Süleymaniye’nin sahip olduğu statik metodojiyle inşa edildi. Tac Mahal’in de her bir parçasında Sinan’ın dehasının izlerini görmek mümkündür.

Sultanahmet Camisi’de Mimar Sinan’ın Bir Başka Öğrencisi Tarafından Yapıldı

Sultan Ahmed Cami-İstanbul

İslam dünyası için bir başka şaheser olarak kabul edilen Sultanahmet Cami ise Mimar Sinan’ın öğrencisi olan Mimar Sedefkar Mehmed Ağa tarafından yapıldı. Batı Dünyasınca Blue Mosque olarak tanınan bu caminin temel kazma işi 36 gün sürdü. Ancak tamamlanması ise tıpkı Süleymaniye Camisinde olduğu gibi 7 yılı buldu. Bu süre ve uygulanan mimari ve inşai tekniklerdeki benzerlikler bile Mimar Sinan’ın öğrencilerine ne kadar çok şey öğretmeyi başardığının bir göstergesidir.

Benzer İçerik

Alıntı: https://www.trtizle.com/belgesel/gizemli-tarih/gizemli-tarih-mimar-sinan-4805412?utm_source=webtekno

Emrah Anıl Demir
Merhaba ben Emrah Anıl DEMİR. 2009 yılında  Elektrik-Elektronik Mühendisi olarak mezun oldum. An itibariyle Gazi Üniversitesi'nde Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünde yüksek lisans eğitimime, Anadolu Üniversitesi'nde Uluslar Arası İlişkiler  ve Atatürk Üniversitesinde Adalet Bölümünde eğitim ve öğrenim hayatıma devam etmekteyim.
    ZİYARETÇİ YORUMLARI - 2 YORUM
    1. Mehmet ali dedi ki:

      Ben bu yaziyi cok begendim üzerinde kucuk degisiklikler yapip bunu bir kitap haline getirmek istiyorum sizin icin bi sakincasi varmi

      1. Emrah Anıl Demir dedi ki:

        Öncelikle yazımız hakkındaki olumlu yorumlarınız için teşekkür ederiz. Alıntı ve kaynakça göstermeniz kaydıyla elbette kullanabilirsiniz.