Mekanın Yeniden Üretimi-Blade Runner 2019 Film Örneği

‘’Kendi çıkarlarımız doğrultusunda, insandan daha insan bir varlık geliştirebilseydik ne gibi sonuçları olurdu?’’

Sinema , 20. yy’da ortaya çıktığından beri varolanı aktaran pasif bir araç olarak tanımlanıyordu.  Olaylara zaman ve mekana müdahale etmeden varolan hayatı birebir aktarıyordu. Daha sonra sinema film mekanlarına , zamana montaj aracılığı ile müdahale etmiş ve mekanı şekillendirmeye başlamıştır. Montajın bir teknik olarak kullanımıyla ortaya çıkan sonuç ürün mekanın birebir aynısı değil, yönetmenin yorumuyla yeniden üretimi haline gelmiştir.

Sinema seyirciye aktarımını yaparken , mekandan ve onu oluşturan mimariden faydalanmaktadır; onu bozar, yorumlar veya ona yeni ve farklı anlamlar yüklemektedir. Sonuçta ortaya çıkan mimari değişmiş ve dönüşmüş bir mimari olarak yeni bir anlam bulmaktadır.

Blade Runner, Riddley Scott tarafından yönetilen 1982 yapımı kült bir bilimkurgu filmidir. Film, varoluş sorgulaması ve betimlediği gelecek tasviriyle öne çıkmaktadır. ‘’Kendi çıkarlarımız doğrultusunda, insandan daha insan bir varlık geliştirebilseydik ne gibi sonuçları olurdu?’’ sorusunu cevaplandırmaya yönlendiren bir arayış; aynı zamanda yakın gelecekteki teknoloji-insanlık arasındaki ayrımı yansıtan distopik bir filmdir ve bilimkurgu sinemasındaki ’Siberpunk (Cyberpunk)’ türünün ilk ciddi örneğidir.

Senaryo:

Bilimkurgu yazarı Philip K. Dick‘in Do Androids Dream of Electric Sheep? (Android’ler Elektrikli Koyun Düşler mi?) adlı hikayesinden uyarlanmıştır. Mekan 2019’un Los Angeles’ıdır.  Filmde Los Angeles, uzayda kolonileşmenin , dünyayı terk etmenin teşvik edildiği bir endüstri kentinden oluşmaktadır. Bu dünya dışı kolonileşmeyi sağlamak amacıyla gelişen mühendislikle üretilen replikantların dünyaya dönmesi yasak olduğu ve tehlike yarattığından, kaçak replikantları tespit edip yok eden ( filmde bu durum daha güzel bir ifade olarak seçilmiş ‘emekliye ayırmak’ kullanılmaktadır;)) Blade Runner’lar görevlendirilmektedir.

Uzman bir Blade Runner olan Rick Deckard, görevini bıraktığı bir esnada, Los Angeles’a gelen bir grup replikantı yakalamak için verilen son bir görevi kabul etmektedir. Ancak iki milyon insanın yaşadığı bu şehirde görünüm olarak insandan hiçbir farkı bulunmayan bu replikantları teşhis etmek kolay değildir. Replikantların ise dört yıllık yaşam süresi sona ermektedir ve var olabilmek için yaratıcıları olan Tyrell şirketinin sahibine ulaşmaya çalışmaktadırlar.  Filmde replikantlar dâhil, Blade Runner’ın kahramanları, hayatta kalma uğraşlarını iyilik ve kötülüğün ötesinde bir çaba ile gerçekleştirmektedirler. 

Kurgu:

Blade Runner’ın karmaşık bir kurgusu ve hikayesi yok diyebiliriz. Yer yer tipik bir trajediyi andıran klasik bir yapısı olan bu filmin ana karakteri; diğer bilim kurgu filmleri gibi çok da büyük şeyler başarmamaktadır. Film sadece, yalnız bir Blade Runner’ın yaşadığı içsel bir yolculuğu konu almaktadır. Film boyunca mekanlar kasvetli, karanlık ve yağmurludur. Şehre bir karmaşa hâkim olmasına rağmen şehirde bir otoritenin varlığı hissedilmektedir.  Böylece insanlar sistemin bir parçası olmuşlardır yorumu yapılabilir.

 Filmin öne çıkan diğer bir karakteri olan replikant Roy’un  hikayesi ise yaşadığı kısa süre içerisinde elde ettiği deneyimleriyle belleğinin gelişmesidir. Gelişen belleğin yardımıyla Roy, kendisine verilen kimliği yeniden tasarlamıştır. Ömrünün dört yıldan daha uzun olmasını istemesi ve insanlara kölelik etmek istemeyişi onun kendine yeni bir kimlik tasarlamasının sonucudur. Bu değişimle birlikte yaşama dair tutumu değişen Roy, kendisini tasarlayan şirketin düşüncesinden bağımsız yeni bir kimlik oluşturmaktadır. Şirketin tasarladığı kimlik ile yaşama arzusunun gerçekleşmesinin mümkün olmadığını anlayan Roy ömrünün sonuna geldiğinde kendi hayatını özetleyen monoloğunda; “Siz insanların aklının almayacağı şeyler gördüm. Orion’un yamaçlarında yanan hücum gemileri, Tannhauser geçidinin yakınında karanlıkta parıldayan C-ışınlarını seyrettim. Tüm o anlar zamanla kaybolacaklar, tıpkı yağmurdaki gözyaşları gibi. Ölmek… Zamanı” kendini ifade etmektedir. Bu sözler ile yaşanmış zamanın belleği geliştirdiğini, gelişen belleğin kendisini sentetik olmayan insanlardan “daha insan” kıldığını göstermektedir. Roy, açıkça kendisini diğer insanlardan daha insan kılan özelliğinin onlardan çok şeye tanıklık etmesi olduğunu vurgulamaktadır. Öyleyse, insan olmak daha çok hatırlamakla mümkündür. Roy, anıları ile daha üstün bir kişilik kazanarak diğer insanlardan farkını ortaya koymaktadır. Başka bir deyişle, insan olmayı sağlayan bellektir ve onu inşa eden zamandır. Roy öldüğünde tüm bu gerçeklik kaybolacaktır.

Zaman:

Gerçek hayattaki zaman kavramı sinemada aynı şekilde kullanılmaz. Kurmacayı ‘gerçek’ olandan ayıran olgulardan biri de zamanın kullanımıdır. Zamanın gerçek hayatta olduğu gibi sinema sanatında da kullanıldığı şekliyle bir karşılığı vardır. Sinema; izleyicileri daha önce yaşamış oldukları geçmiş zamana ya da daha önce hiç görmedikleri ve yaşamadıkları bir zamana götürebilir. Sinema kurgu tekniği ile zamanı yeniden yaratabilmektedir.

 Blade Runner filminde zaman kullanımında, klasik anlatının temel ilkeleri olan olay örgüsü ve nedensellik ilişkileri doğrultusunda parça parça olan görüntülerin mantıklı bir sıralaması ile birleştirilmiştir. Klasik anlatı sinemacılarının kullandığı kurgu tekniği olan devamlılık kurgusudur. Devamlılık kurgusu tekniği ile izleyicide gerçekmiş hissi uyandırılarak, klasik anlatı sinemasında; devamlılık kurgusu izleyicinin filmle özdeşleşmesini sağlanarak “katharsis”e ulaşmasını amaçlamaktadır. Zamanda yapılan atlamalar, ileri ya da geri dönüşler gibi oynamalar klasik anlatıda kronolojik bir bağ ile neden sonuç ilişkisi içerisindedir.

Filmde öngörülen 2019 Los Angeles’ı daima karanlık ve kasvetli olarak sunulmaktadır. Oluşturulan bu atmosferin içerisinde sadece olaylarla dolayısıyla kurgu ile zaman farklılıkları ve değişimleri takip edilebilmektedir.

Mekan:

Blade Runner’da mekanlar arasındaki sınıfsal ayrımı vurgulayan karşıtlıklar, farklılıklar göze çarpmaktadır.  İlk mekan olarak Tyrell ( replikantları üreten şirketin sahibi) altın renkli, iktidarı simgeleyen bir piramidin en üst katında, gotik tarzda tasarlanmış evinde yaşamaktayken; Blade Runner Decard ise bir apartman dairesindedir. Burası basık tavanı, karolarla kaplı beton duvarlarıyla yuva sıcaklığı taşıyan 1920’lerde Frank Lloyd Wright’ın tasarladığı ‘Enniston Brouvn Evi’dir. Diğer bir mekan ise çok yalnız bir genetik tasarımcı olan Sebastian’ın evidir. O karanlık ve oldukça kasvetli bir binada tek başına yaşamaktadır; çünkü 25 yaşında olmasına rağmen bedeni çok hızlı yaşlanan Sebastian; Dünya dışı gezegenlerde çok daha iyi bir hayat sürebilecekken, bu hastalığı yüzünden seyahat için uygun görülmemiştir. Ancak kendi imkanlarıyla yalnızlığını gidermek için küçük ve pek zeki olmayan replikantlar tasarlayarak burada onlarla  yaşamaktadır. 

Kent Dokusu:

  • Filmde 2019 Los Angeles’ı  ile şehirsel çürümenin korkuları, kirlilik tehdidinin büyümesi, potansiyel yapılardaki sınıf farklılıkları vurgulandığı bir endüstri kenti sunulmaktadır. Dolayısıyla uzayda kolonileşmenin , dünyayı terk etmenin teşvik edildiği bir şehir tasviri mevcuttur.
  • Kente asit yağmurları ve daimi bir karanlık hükmetmektedir. Şehir sakinleri çoğunlukla suçlular, kanunsuzlar gibi yoksul 3. sınıf dünya insanlarıdır. Farklı din, dil ve ırklar, kültür ve yaşam biçimleri; yan tarafları kazınmış diken diken saçlarıyla punklar, Hint mistikleri (hare krishna), Çinliler, Japonlar, Fransızlar ve diğerleri tek bir şehirde toplanmıştır.
  • Şehrin barındırdığı mimari üsluplarda da aynı yoğunluk gözlenmektedir. Bir yanda fütüristik tasarımlar, diğer yanda, örneğin gotik yapılar üst üste yığılmıştır. Bu açıdan film zamansal bir karmaşa yaratmaktadır. Eski binalar ve nesneler yeni teknolojinin ürünleriyle yer değiştirilmek yerine yeni olan her şey eskinin üzerine inşa edilmiştir. Kente bu açıdan bir birikim hakimdir. Bu tasarım kararı ile yönetmenin 2019 kentini bugüne kadar çizilen öngörülerden daha gerçekçi hale getirdiği söylenebilir.
  • Uçan arabalara benzeyen Spinner’lar kentin üst katmanlarının sokakla ilişkisini kopararak, farklı tabakalarda yaşayan bir kentin oluşmasına öncülük etmişlerdir.
  • Blade Runner’ın distopik görsel ortamı postmodern metropole dair imgeleri barındırmaktadır: radyasyon yağmuru, ileri-modern endüstriyel kentin yıkıntıları ve küresel, çok kültürlü bir toplumun tortuları. Mizansen yoğun imge katmanlarınca yer verilmektedir ; küresel şirketlerin ilan panoları ve dünya-dışı kolonilerdeki yeni bir yaşama davet eden reklamlarla kuşatılan gökyüzü, yüksek apartmanlarla, alev üfleyen bacalarla doludur.

Sinema, mimarlık ürünü olarak mekanı kullanmakta, değiştirmekte ve farklı ortamlarda yeniden üretmektedir.  Yönetmen, varolan mekanı seyirciye nasıl algılatmak, deneyimletmek istiyorsa ekrana öyle yansıtmaktadır. Mekan düşüncenin iletiminde görsel bir imge, araç olarak  seçilmektedir. Bunun için sinema; çekim açısı, zoom-in, zoom-out, çerçeve, renk, ışık, gölge, ses, sekans gibi parametrelerden yararlanmaktadır. Filmde kimlik teması zaman-mekan-bellek kavramları arasındaki ilişkiselik  ile bir distopyanın üretimi aracılığıyla karakterler üzerinden seyircilere aktarılmaktadır.

Benzer İçerikler

Sabia Yıldıztekin
Merhaba, ben Sabia Yıldıztekin 2019 yılında Bursa Teknik Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü'ne  mimarlık öğrencisi olarak başladım. An itibariyle öğrencilik hayatıma devam ederken  bir yandan da mimarlığa dair çeşitli içerikler üretmeye çalışıyorum.
    ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

    Henüz yorum yapılmamış.